Eski zamanların o samimi sokaklarında, bir fincan kahvenin bile başka bir tadı vardı. Şimdi ise çoğu şey, tuzu bile eksilmiş bir yemeğe dönüştü. Hayaller, umutlar, kırılan kalpler, şan şöhret telaşesi, maneviyatın yerini alan siyasi hesaplar… İnsan, bir an durup soruyor: “Bu kadar koşuşturmaya değer miydi?” 

KAYIP İNANCIN ANATOMİSİ 

Eskiden “hayal” denince, gözlerde bir ışık yanardı. Bir meslek, sevdiğinle kurulacak bir yuva, belki küçük bir bahçe… Şimdiyse hayaller, algoritmaların belirlediği “başarı” kalıplarına sıkıştı. Sosyal medyada parlayan anlık şöhretler, hak edilmemiş kazançlar, kısa yoldan zengin olma hırsı… İnsan, kendi yarattığı bu labirentte kayboldu. “Kandırıldık” diye fısıldıyor iç sesi. Belki de kandırmaya en çok biz razı olduk. 

MANEVİYAT VE SİYASET: İKİ UCU KESKİN BIÇAK 

Manevi değerler, bir toplumun çimentosudur. Ancak bugün o çimento, siyasi söylemlerle öylesine istismar ediliyor ki, inanç bile şüpheye dönüşüyor. Dindar görünümlü riyakârlıklar, dürüstlüğü “naiflik” sayan zihniyet… İnsan, kutsalıyla oynandığını hissettiğinde, duruşunu korumak için çırpınıyor. Ama kaç kişi ayakta kalabiliyor? 

ŞÜPHENİN GÖLGESİNDE YAŞAMAK 

Modern çağın en büyük handikapı, güvenin çürümesi. İş yerinde, aşkta, sokakta, hatta kendi içimizde bile şüphe. Hak edilmemiç kazançların cazibesi, emeğin değerini aşındırırken, insanlar birbirine “Acaba neyin peşinde?” diye bakıyor. Bu şüphe, yalnızlaştırıyor. 

DURUŞ: SON KALE

Tüm bu karmaşada, geriye bir tek “duruş” kalıyor. Para pul değil, şöhret değil, siyasi çıkarlar hiç değil… İnsanın, ruhunu satmayı reddedişi. Belki de tek kurtuluş, eski zamanların o naif hayallerine tutunmak: Bir dost sohbeti, bir kitap, toprağa dokunan eller… Kaybettiğimiz tadı, ancak yavaşlayarak bulabiliriz. 

Son Söz: Belki de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ama unutmayalım: Rüzgâr ne kadar sert eserse essin, köklerini sımsıkı tutan çınarlar devrilmez. Tadını kaybeden hayatlar, ancak duruşunu koruyanlarda yeniden filizlenir…