Hayat, bir tercihler bütünüdür. Sabah uyandığımız andan gece gözlerimizi yumana kadar attığımız her adım, kurduğumuz her cümle, takındığımız her tavır, aslında birer aynadır. O aynada yansıyan ise, kendimizi nasıl gördüğümüzdür. Kimi insan o aynada "dürüstlüğü" görür ve sözünü hakikatin gölgesinde şekillendirir. Kimi ise bencilliği, kibrini görür ve davranışlarını ona göre kurgular. Peki, biz o aynada ne görüyoruz?
Yakışanı Seçmek: Bir Varoluş Biçimi
Bir çocuğun elindeki boya kalemleriyle çizdiği resim gibidir hayat. Renkler bizim seçimlerimizdir. Kimi, haksızlık karşısında suskun kalmayı "akıllıca" bir renk sanır; kimi ise adaleti savunmanın bedelini ödemeyi "insanlık" olarak tanımlar. Burada esas olan, hangi rengin bize yakıştığını bilmektir. Sokrates’in dediği gibi, "Kendini bil" emri, belki de tam da bu yüzden binlerce yıldır insanlığa sesleniyor: Hangi erdemler seni sen yapar? Hataların karşısında eğilen bir gövde misin, yoksa yanlışta ısrar eden bir taş duvar mı?
Hata ve Tekrar: İradenin Sınavı
Yanlış yapmak insanın doğasında var. Önemli olan, o yanlışın peşine düşüp düşmeyeceğimiz. Bir kez kaybolan, haritasını yeniden çizebilir; ama aynı çıkmaz sokağa defalarca giren, artık kaybolmayı "yol" sanır. İşte bu noktada, kendimize şu soruyu sormalıyız: "Bu davranış, bana yakışıyor mu?" Öfkemizle incittiğimiz bir dostun gözlerindeki kırgınlık, bize yakışıyor mu? Ya da doğruyu söylemekten kaçınmanın yarattığı vicdan azabı?
Nasıl Bir İnsan Olmak İstediğimizi Hatırlamak
Hayatın koşuşturmasında bazen unutuyoruz: Bizler, seçimlerimizin toplamıyız. Bir gün ölüm döşeğinde, geriye dönüp baktığımızda, "İyi ki..." ile başlayan cümleler kuracaksak, bunun tek yolu var: Bugünden, kendimize yakışanı seçmek. Vicdanımızın sesini susturmak yerine, onu pusula yapmak. Dürüstlüğü bir zayıflık değil, bir onur meselesi olarak görmek. Merhameti, güçlünün değil, insan olmanın gereği bilmek.
Son Söz Yerine: Yakışanı Giymek
Nasıl ki bir elbiseyi denerken aynada kendimize sorarız, "Bu bana yakıştı mı?" hayatın her anında da bu soruyu sormalıyız. Çünkü karakter, bir anda giyilip çıkarılan bir kıyafet değil; ömür boyu taşınan bir imzadır. O imzayı, kibrin lekeli mürekkebiyle değil, erdemin altın sarısıyla atmak bizim elimizde.